Ah o eski kışlar, mumla aranıyor!


Cahit Yalçın
cahit-yalcin@hotmail.com
 
 


Hepimiz ağız birliği etmişçesine aynı nakaratı kullanıyoruz. Kış şöyle geçti, bu sene çok zorlandık, adanın kışı başkadır diye. Ama kardeşim kış hep vardı adada… Poyraz hep delicesine eser, lodosta daha sert dalgalarla çarpışırdı motorlar. Acaba fark her şeyin hazıra ve kolaycılığa kaçması mı? Devir değiştikçe zorluklara tahammül edememek mi?

Gelin biraz maziye bir göz atalım. O zamanlar adada kış nasılmış… Malumunuz bilenler bilir, bilmeyenler de defalarca anlatmıştır: Jeneratörler vardı. Gece 12’de elektrikler kesilir, sabah 8’de gelirdi. Alman disiplini neymiş, disiplin ve çabukluk bizden geçmedir tüm millete. 12’ye beş kala yataktasın, yoksa gaz lambası elinde, İngiliz korku filminden kareler gibi dolaşır durursun. Gençleri ve çocukları sabah bağa çubuk atmaya veya balığa kaldırsalar uyanamayız ama Muhammed Ali’nin boks maçı için sabah 5’te Halk Eğitim Merkezi’nde yerimizi alırdık. Çünkü bir tek oranın küçük jeneratörü vardı.

Kadınlar için değişmez son! TV ve diziler o zaman da vardı, bu zaman da güncelliğini hep koruyor. Herkese televizyon olmasa da haftanın belirli günleri, televizyonu olanların evinde kadınlar matinesi hep daim olmuştur. Dallaslı geceler, Flamingo Yolu, Zengin ve Yoksul, Bonanza, Küçük Ev ve tabii ki Kaçak! Özellikle Dallas ve baş kötü karakter Ceyar, Türk kadının beddualarından dizi bittikten sonra yıllarca kendine gelememiştir. Yetişkin erkekler biraz daha bu konuda avantajlı. İki kışlık sinema ve kahvelerdeki tombala oyunları kışın vazgeçilmezleriydi.

Peki, meyhane kültürü o zamanlar ne alemdeydi derseniz, biraz burada ayrı bir paragraf açmamız lazım. İki kültürün bir arada yaşaması en çok meyhanecilik konusunda Rumlar kadar onlarla beraber yaşayan Türkler’i de etkilemiştir. Rum vatandaşlarımızla beraber büyüyen, onlarla komşuluk yapan bizler için iki isim ön plana çıkar. Rumlar’da Vasil, Türkler’de ise Hüseyin Koreli’dir. Meyhaneciliğin aynı zamanda bir zanaat olduğunu biz bu ebediyete intikal etmiş büyüklerimizden öğrendik.

Bizden öncekiler biraz da ucundan bize değdiği için meşhur Vasil’li geceler vardı. Stand-up, varyete ve canlı sahne yaşanırdı o zamanlar. müdavimler belliydi: Doktor Turhan Kaypakoğlu, Dalgıç Mehmet, Yorgi Buğday, Simyon ve Vasil amca. Turan Kaypakoğlu meyhaneye gelince hemen bir oyun tertiplerler ve sahneye koyarlardı. Vasil amca bir kuru fasulye tanesini salçaya batırır, dişinin arasına yerleştirirdi. Sonra da geçer doktorun karşısına başlardı oflamaya.  Turhan doktor kan görmeye dayanamazdı. “Ne oldu Vasil, ağlayıp duruyon, suratının hali ne öyle” derdi. Vasil hemen Simyon’u çağırır, “çabuk kerpeteni al gel çek şu dişi” diye diretirdi. Simyon numaradan kerpeteni eline alır, Turhan Kaypakoğlu’nun karşısında kerpetenle dişi çekiyormuş gibi yapar, salçalı fasulyeyi diş gibi gösterip, Turhan Kaypakoğlu’nun önüne atarlardı. Rahmetli doktorun kafa zaten oradaki herkes gibi iyi olduğu için gerçek zanneder, kendine gelemezdi. Hepsi adam gibi içer, adam gibi eğlenirlerdi. Hepsi gani gani rahmet eylesin.

Neyi nasıl düşünürsek öyle yaşarız. Belki o zamanlar çok daha zor şartlarda insanlar adada yaşardı ama daha mutluydu, Şimdi ise her şeyi daha çabuk elde ettiğimiz için mi yetinmiyoruz yoksa rahatımıza daha mı çok düşkün olduk, yaratıcılığımızı mı kaybettik? Ama ne olursa olsun o eski insanları da eski kışları arar gibi mumla arıyoruz.

 

Daha önce Mendirek dergimizde yayuınlanmıştır



Tarih: 14.04.2015 17:22